13 Kasım 2012 Salı
Ya Tutarsa
20 Ekim 2012 Cumartesi
Afilli Yanlızlıllar
4 Eylül 2012 Salı
Ayraç Hikayesi
22 Ağustos 2012 Çarşamba
Derin Bayramlar
Tohumların fidana, fidanların ağaca, ağaçların ormana dönüşmesinin gerektiğini anlatan bol sosyal mesajlı şarkılarla büyüdük ilkokul yıllarında. Sahurun iftara, iftarın oruca, orucun bayrama kavuştuğu şu günlerde ''bayram gelmiş neyime'' şarkısını sosyal medyada paylaşmak gibi klişe düşüncelerim olmasa da yine de bayramların eski tadının olmadığının en öncül savunucularındanım. Tadını tuzunu sorgulama girişiminde bulunmazsak eğer ''bayram'' kelimesi aslında çok hoş geliyor kulağa, özellikle ramazan ayının sonuna eklenen bayram daha bir tutkulu oluyor nedense. Belki de bir aylık emeğin, bekleyişin, orucun sonunda Allah’ın bize bayramı bahşetmesinin tutkusu olabilir. Yine bir başka şarkıda ''ne de olsa kışın sonu bahardır'' dediği gibi, belli başlı sıkıntıların, çilelerin uğraşların sonunda gelen bahar, bayram gibi kavramlar daha bir fiyakalı oluyor. Mesela aynı heyecanı ve tutkuyu çoğu kişinin kurban bayramında yaşamadığını bilirim. Buradan şu sonuca varabiliriz, uğruna emek verilen, sabredilen yeri geldiğinde acı çekilen meselelerin sonundaki mutlulukların değeri her zaman hazır bulunanlardan daha büyük. Ee o zaman sabretmek lazım, beklemek lazım, emek vermek lazım. Sabredelim ki bizim bayramımız da o kadar güzel olsun. Ki zaten kaderimiz ne kadar kötü olursa olsun ve ya her ne kadar hak etmiyor olursak olalım yılda en az iki defa bize bayram coşkusunu yaşatan bir dine inanan insanlarız. Birde buna milli bayramları da eklersek, hatta dini ve milli statüsü olmayıp da adı bayram olan ve çoğu kesimce kutlananları da hesaba katarsak bayram enflasyonu içinde yaşayan hatta hatta ‘’bize her gün bayrammış be’’ bile diyebilecek insanlar olduğumuzu görürüz. Fakat burada daha spesifik bir pencereden bakıp nesnel değil de öznelliğin hakim olduğu bayramların ruh halimiz üzerinde olan etkilerinden bahsettiğimizi de unutmamak lazım.
''ferhat eskici''
13 Temmuz 2012 Cuma
Paradokslar
''ferhat eskici''
28 Haziran 2012 Perşembe
Profesyonel Gece Yarısı Cinnetleri
Bu Ruh Bedene Fazla
ferhat eskici
7 Haziran 2012 Perşembe
Paralel Yansımalar
bir dilek kandiline yazılıp uçurulan
25 Mayıs 2012 Cuma
Masallara İnanmak
Bir varmış bir yokmuş diye başlayan masallarla büyüsek de bir varmış bir yokmuş diye tabir edilen mutluluklarımız olmadı hiç. Yani mutluluk yüzdemizi yüzde ellilere bile çıkaramadık. Mutluluk bir vardıysa çok yoktu hatta hatta hiç yoktu… Daha da ötesi var, oldu da ne oldu. Periyodik sancılarımızın periyodik heyecanlara dönüşmeye başladığı bu spesifik, yağmurlu mayıs gecelerinde mutluluğun simgesinin olduğu bir tek bile periyodik cetvel bile bulamamak çok acı. Ateş, su ve topraktan sonra yanlışlıkla tahtanın bile filmlerde elementten sayıldığını düşünürsek mutluluğa hiçbir alanda yer verilmemiş olması acı olduğu kadar da iç karartıcı.
Pamuk Prensesi Prense bu masallar kavuşturdu, Kırmızı başlıklı kızı kurttan bu masallar kurtardı, gerçek hayatımızda tatmadığımız mutlu sonları bu masallar sayesinde öğrendik ve daha nicelerini bu masallarda tattık… Masal tadında büyüyen insanlarız biz, masal tadında aşkların hayalleriyle yaşarız, masalların hayatımız üzerindeki etkisini asla azaltmayız. Yeri gelir ‘’o senin dediğin ancak masallarda olur’’ diyerek bir birimizin ümitlerini de kırarız, yeri gelir ‘’bana masal anlatmayı bırak’’ diyerek karşımızdakini susturmaya çalışırız ama her ne olursa olsun masalsız asla yapamayız.
ferhat eskici
1 Mayıs 2012 Salı
Bana Öyle Orta Şut Karışımı Bakma Güzelim
Ferhat Eskici
27 Nisan 2012 Cuma
Bir Panel Hikayesi
Ferhat ESKİCİ
15 Nisan 2012 Pazar
Tarihler Önemsiz Olmalı
4 Nisan 2012 Çarşamba
Pinokyosal Aşk
Enlem Boylam Geyikleri
27 Mart 2012 Salı
Suni Tesadüfler
14 Mart 2012 Çarşamba
Yazmak da kifayetsiz kalıyor bazen...
7 Mart 2012 Çarşamba
Kumar Olsan Oynanmazsın
Tüm kumar oyunlarında kaybedilen bir gecede insanın sevdiğine kavuşacağını düşünmesi oldukça aptalca bir iyimserlik olurdu herhalde. Oysa çok büyüleyici ve etkileyici bir o kadarda klişe bir yalandı ‘’kumarda kaybeden aşkta kazanır’’ hikayesi. Kumarda kazanmayı aşkta kazanmaya tercih ederdim oysa ben. Çünkü aşk kazanılmayacak kadar zor bir oyundu. Hatta kazanmaya cesaret edilemeyecek kadar iticiydi artık. Aslında aşk hayatta oynanacak en büyük kumardı, yani insanın birinde kaybederken diğerinde kazanması çok çelişkili bir durumdu, şairin dediği gibi bir tavla oyunundan ibaretti aşk, bizse bu oyunun pullarıydık ve birinin kazanması için illaki diğerini kırması gerekiyordu. Yani aşk bünyesinde kırmaya meyilli kırılmaya mahkum oyuncular yetiştiriyordu ve bazıları her zaman zar tutuyordu.
ferhat eskici
12 Şubat 2012 Pazar
Adı mektup,tadı intihar
Sevgilim sana şuan bu satırları bir ‘’f’’ klavyeden yazıyorum, çünkü gittiğin günden beri ters düz oldu hayatım. Hatta bu terslikle doğru orantılı olsun diye önce bu mektubu sana Arapça yazmak istedim, fakat henüz o yeterliliğe sahip değilim, şuan için ‘’f’’klavye en iyisi. Sana bu mektubu postaneyle değil kargoyla göndereceğim. Çünkü bir mektuptan çok daha fazlasını taşıyacak içinde,sığmaz öyle zarfa,posta kutusuna,postaneye…
Sevgilim sen bu satırları okuduğunda belki de ben artık olmayacağım. Mesela Facebook hesabımı kapatacağım, her gece havuçlu kek tadında paylaşımlar yapmayacağım. Twitter’a son bir veda twit’i yazıp bırakacağım. Hatta hatta laptop’u mu da Çocuk Esirgeme Kurumu’na bağışlamayı düşündüm ama içinde bulunan onlarca yazıyı çocukların okuyup ta delirmesini istemedim onun için bilgisayarımı çöpe atmaya karar verdim.
Sevgilim sen bu satırları okuduğunda belki de ben artık olmayacağım. Mesela cep telefonu kullanmayacağım artık, hattım tüm kısa mesajlara kapalı olacak. ‘’Aradığınız kişiye şuanda ulaşılamıyor’’ değil de, ‘’Ulaşamadığınız kişi şuanda aranamıyor’’ diyecek telesekreter. Sms paketimde kalan kullanılmamış mesajları ‘’hmm,ok,kib,bye’’ tarzında mesaj atan liseli aşıklara bağışlayacağım. Birbirlerine her mesaj attıklarında gökyüzünden bir yıldız kayacak ve ben mesajlarımın boşa gitmediğini anlayacağım. Kısa bir süre sonra saman yolu kayak pistine dönecek, bu sürekli kaymalar istenmeyen gebeliklere sebep olacak. Aldığım bu karar yüzünden pişman olacağım ama yıldızlar kaymaya devam edecek. Ben de bulutsuz havalarda gökyüzüne bakmayacağım...
Sevgilim sen bu satırları okuduğunda belki de ben artık olmayacağım. Mesela bu şehirden taşınıp ıssız bir dağ köyüne yerleşeceğim, mesela alkolü bırakacağım, zaten köyde alkol bile satılmıyor olacak. Çay içeceğim ben de. Sütlü çay,ballı çay gibi İngiliz fantezileri deneyeceğim sıkıntıdan. Bir süre sonra boğma rakı yapmayı bilen Ali dayıyla tanışacağım köy kahvesinde. Yine rakı içeceğim, yine sarhoş olacağım ve yine seni hatırlayacağım,ne kötü değil mi ? Televizyon izlemeyeceğim, gazete okumayacağım. Akşamları okey yerine köyün çocuklarıyla beştaş oynayacağım nasıl olsa o da taş bu da taş, beni canlı koyduğun mezarıma diktiğinde taş. Kağıt oyunlarıyla arama mesafe koyacağım ne batak ne de ihale oynayacağım, aşkımızdan üzerime kalan o büyük ihaleden sonra,başka hiçbir ihalenin üzerime kalmasına izin vermeyeceğim. Belki köy kahvesindeki dayıların ısrarını kırmayarak pişti oynarım onlarla ara sıra, o da sırf çok ısrar ettikleri için, o da sırf seninle bir gün hala pişti olma ihtimalimize inandığımız için.
Sevgilim sen bu satırları okuduğunda belki de ben artık olmayacağım. Ölmeyeceğim mesela. Hayatın tüm saçmalıklarından, insanın beynini uyuşturan teknoloji denen tek dişi kalmış canavardan uzaklaşmış olacağım. Sosyal paylaşım uğruna asosyalleşen bir neslin üyesi olmaktan kurtulacağım. Radyo falan da dinlemeyeceğim, şarkılarla olan ilişkime son vereceğim, olur da çok zorda kalırsam köydeki sesi güzel olan o masum kızdan senin en sevdiğin türküyü söylemesini isteyeceğim. Köylü kızı söyleyecek,ben biteceğim hatta okeye döneceğim. Şarkıda bittiğinde Ali dayıya gideceğim, Ali dayı dolduracak ben yine içeceğim.
Sevgilim sana bu satırları yazdığım ‘’f’’klavyeye şuan rakı döküldüğünü de itiraf etmeden geçemeyeceğim… Ama birazcık,yani zararsız… Yani kırdığım şu pot kadar masum fakat geçmek bilmeyen bu ıssız geceler kadar arsız ama her şey rağmen su gibi berrak,yalansız… Bana bunları yazdıransa o bulanık suyun kudreti, karesi 961 eden sayı bile olsa sensiz çekilmeyecek şu hayatın vahameti… Bilirim laf kalabalığını sevmezsin sen sevgili, bu yazdığım satırlar kendini imha etmeye hazır bir canlı bomba misali, senin anlayacağın şekilde bu işin tercümesi…
‘’ne sen bu satırları okuyacaksın, nede bu satılar görecek gözlerini’’
ferhat eskici
7 Şubat 2012 Salı
Bırak bu Ajax'ları sevgilim,Gel biz Barça'yı seçelim
( Bırak bu ayakları sevgilim,gel biz mutluluğu seçelim )
‘’Şimdi senden vaz mı geçmeli, masal olup yola devam mı etmeli’’
Windows Media Player’da ‘’karmakarışıkötesi’’ adlı bir liste yapmışım kim bilir ne zaman, hangi ruh haliyle. Rastgele çalıp giderken şarkılar bir tanesi daha bir yer etti o an beynimde. ‘’Şimdi senden vaz mı geçmeli’’ diyordu, yoksa masal mı olsam, yola devam mı etsem Ferhat olup dağları mı delsem tadında gidiyordu şarkı. Yahu dedim nasıl karmaşık bir ikilem bu, böyle karışık bir listenin böyle bir karmaşıklığa sebep olması düz mantıkla baktığımızda kuponlarda banko olarak oynanması gereken bir mevzuyken, kupada 4 büyükleri eleyen 3.lig takımlarının verdiği tadı bırakmıştı bende. Öylesine vahimdi yani durum,öylesine sürprizdi.. Oysa şarkıda bile iki ihtimal vardı ya yola devam edilecek ya vazgeçilecekti, peki ya biz hangisini yapacaktık. Her iki kararı da almamamız için milyonlarca neden sayılabilirdi. Üstelik ‘’son bilmem kaç yılın en soğuk kışı geyikleri’’ karar alma mekanizmalarımızı bile dondurmuştu. Kararsızdık.İçip içip sızdık.Ayıldığımızda şarkıda her işte bir hayrın olduğundan da bahsediliyordu. Ayrılık ta her iş kategorisinde değerlendirilebilirdi, o zaman ayrılıkta da bir hayır vardı. Bardağa birde boş tarafından baksak diyordum ama bardak teknik olarak hep doluydu. Sıvıyla değilse bile havayla. İşte optimistlik bu kadar işlemişken kanımıza, sen gelmesen de olur sevgili, ben zaten Pollyanna’yı seviyorum demek istiyordu insan. Masal olup yola devam etmeli derken masallarda Pollyanna’yı tavlamak değil asla amacım. Aslında yanlış anlaşıldım. Pollyanna sadece arkadaşım…
Yok yok masallar bana göre değil. Masallar kahramanlar için. Jordan bile yaptığı onca kahramanlığın karşılığını Space Jam’de oynayarak aldı. Masal olmak zor iş. Bir aşk masalı olmak BBG evinde yaşamak misali sanki, düşünsenize size özel hiçbir şey yok, özel hayatınız herkesin dilinde. Ne işimiz var BBG evinde.
Peki ya vazgeçmek ? Hayatta vazgeçebileceği tek şey vazgeçmekten vazgeçmek olan bir insan için vazgeçmenin imkansızlığını anlatmak ne kadar zor, yada ne kadar basit kısa ve öz.
O zaman bize yine klasik avuntular kalıyor, zaman her şeyin ilacı, bekleyelim her şey yoluna girer, yarın ola hayrola ve daha nice türevleri, integralleri hatta daha anlamını bilmediğim bir sürü matematik terimleri… Matematiği de sevmediğim gibi sevmiyorum hiçbirinizi.
Sevgilim aslında ben böyle deli gibi hiç düşünmesem, beş kuruşluk aşkımızın kaderini beş kuruşla mı çizsem ? Bir an için seni cebimin en ücra köşelerinde dilenciye verilmek için bırakılmış o beş kuruş kadar değersiz hissetsem. Pervasızca o beş kuruşu havaya atıversem. Yazı gelsen diyorum mesela yani bir daha aklıma hiç gelmesen. Ya da tam yazı gelecekken yerden bir kere daha seksen, tura gelsen,hiç aklımdan gitmesen… Oysa sen, beni ateşe atıp atıp izlemeyi çok seversin, her şeyi göze alsam,atsam seni bir para gibi, yine beni deli edersin.Dik gelirsin…
ferhat eskici
5 Şubat 2012 Pazar
Saçma sapan
Ruhun acıyla beslendiği zamanlarda daha çok yazan bir insanım ben. En güzel şiirlerimi hep acı çektiğim zamanlarda yazmışımdır ki zaten mutluyken ne yazabilir insan. Mutluyken yazılan her cümle özünde bir ‘’seni seviyorum’’ ken ne kadar yaratıcı olabilir insan? Ya da tüm yazılanlar seni şöyle seni böyle seviyorum’lara çıkmıyor mu aşıkken? Birde aşkın acısını yaşarken ya da olmayan bir aşkın acısını yaşayacak kadar bu modu sevdiği zamanlar varken bile şiir yazamadığı zamanlar oluyor şairlerin. Şair olduğumu iddia etmiyorum ama galiba bende böyle bir zaman dilimi içerisindeyim şuan. Şiir eski çekiciliğini kaybediyor galiba, bende onun yerine böyle upuzun, uçsuz bucaksız yazmaya itiliyorum sanki, yani şuan ki gibi yazmak daha keyifli geliyor bana. O zaman durmak yok yazmaya devam.
Bazen sırf geri dönebilmek için gider mi insanlar ? Gidenleri beklemeli mi yiz biz geri dönmeleri için ? Aşkın acısı kaç günde geçer ? Bir kalp kaç defa kırılır ? Babam böyle pasta yapmayı nerden öğrendi ? İşte bunlar hep cevapları muamma olan sorular. Sıkı reklam takipçileri belki pasta olayının cevabını hemen verecekler Dr.Oetker diyecekler ama bu da doğruluğu kesin bir cevap değil maalesef, şayet gençliğinde pastane çıraklığı yapmış babalarda gördüm ben J Neyse neyse konumuz zaten pasta değil ve şuan fark ettim ki aslında bizim bir konumuz bile yok. Sezen Aksu gibi hissettim kendimi hani yıllar önce o asık suratıyla ‘’bir kedim bile yok,anlıyor mu sun? Hadi gülümse ‘’ diyordu ya o güzel şarkıda işte aynen öyle bir ruh halinde hissettim kendimi. Yazacak bir konum bile yok,anlıyor mu sun ? Hadi gülümse… Hatta belki şehre bir film gelir, bir güzel orman olur. . . Sezen ablamızıda andıktan sonra devam edelim yazmaya ve şuan hala bu satırları okuyup ta ne saçmalıyor bu Ferhat diyenleriniz varsa eğer zaten hayatta saçma olmayan ne var diye de sorarım sizlere ? Zaten sende saçma sapandın be sevgilim, belki de ben senin saçma sapanlığını sevdim… Belki av tüfeği fişeğinden çıkan saçmaların bir tekiydin, belki de bir çocuğun masum kuşu öldürmek için eline aldığı sapan'ın ta kendisiydin ama hep hedef bendim... Olsun be sevgilim sen hep saçma sapandın, ben de hep seni sevdim...
ferhat eskici
31 Ocak 2012 Salı
Anlam aramaya lüzum yok
Gecelerin sonsuzluğunda kaybolmuş sevgililer gibi kaybediyoruz kendimizi. Kim di, neredeydi, ne zaman gitmişti, dönme ihtimali neydi, onları bile hatırlamazken üzülüyoruz işte. Çünkü ruhun mayası acı olmuş bir kere ve tutku derecesinde seviyoruz acıyı. Ruh güzelliğimizle yaptığımız pastalara isot atmadan edemiyoruz. Acı çekerken derinleşiyoruz,acı çekerken yazmaya başlıyoruz. Bu nasıl bir lanettir anlamıyoruz. Mutluluğu yaşamayı bilmeyen garip bi nesiliz biz, zaten o yüzden nasıl davranacağımızı da ne yapacağımızı da bilmiyoruz mutluyken. Mutluyken sıradan basit insanlar oluyoruz. Ciddi bir ilişki yaşamak falan kesinlikle bize göre değil. Biz kalbimizin bir yanı sızlamayınca hayattan zevk alamıyoruz. Gerçi buna da zevk denilmez ya neyse. Lafın gelişi işte… Bize benzeyen şairlerin olması, bizi anlatan şarkılar duymak, içinde kendimizden bişeyler bulduğumuz filmler izlemek mutlu ediyor bizi… İşte o yüzden acısını çekmediğimiz aşklar bizim için sıradanlaşıyor galiba zamanla. Aşkın temelini acıyla atmadan çıkamıyoruz 2. 3. Katları..
Rahmetli iyi insandı vallahi billahı iyi insandı ama bakın bunu ben söylemiyorum kesinlikle. Bi arkadaşım söylüyor benim haberim yok. Ben sadece öldüğünü duydum. Ne cenaze namazına gittim ne defin işlemlerine tanık oldum. Ölmüş dediler, çok ta kolay söylediler. Tanıdık değil söyleyenler, içimdeki sesler…
Acıya indirgenmiş aşklar yaşıyorsak eğer şüphesiz ki reenkarnasyona bile inanan insanlarız biz. Belki ölmemişsindir, belki çıkar gelirsin. Gelmesine gelirsinde beni bulabilir mi sin ? Çok zor çok.
ferhat eskici



